Davetlilerimiz
salonu doldurmuş, bizim nikah masasına gelmemizi bekliyorlardı.
Gelin odasının kapısında göründüğümüzde, yakınlarım çok
güzel gelin olduğumu söylüyorlardı. Sunucunun anonsu ile
alkışlar arasında, nikah masasına oturduk. Şık kıyafetler
içinde ve yüzlerinde büyük mutluluk ifadesiyle, ailelerimiz
salonun ön sıralarına oturmuştu.
Nikah
memuru, büyük defteriyle geldi, masaya oturdu. En yakın
arkadaşlarımız, şahitlik etmek üzere yanımızdaydılar. Nikah
memuru, mikrofonu test ettikten sonra, konuşmaya başladı. Önce
salondaki davetlilere “Hoş geldiniz" dedi.
Sonra, bütün nikah törenlerinde söylenen cümleleri sıraladı. Çok heyecanlıydım. Sanki hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey duymuyordum.
Sonra, bütün nikah törenlerinde söylenen cümleleri sıraladı. Çok heyecanlıydım. Sanki hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey duymuyordum.
“Sen”
dedi nikah memuru,
“Hiç
kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, yalnızca kendi
iradenle yanındaki genç adamla evlenmeyi ve onun eşi olmayı
istiyor musun?”
Bu
soruyu “Evlenmeyi ve onun eşi olmayı istiyor musun?” diye
sorsaydı, hiç tereddüt etmem “Evet, evet” diye haykırırdım.
Ama “Hiç kimsenin etkisi altında kalmadan, yalnızca kendi
iradenle istiyor musun?” deyince dondum kaldım.
Evet,
ben bu genç adamla evlenmek istiyordum. Ama bu yalnızca benim
seçimim değildi. Eğer, hiç kimsenin etkisi olmasa, şu anda
yanımda bir başkası olurdu.
Ön
sırada oturan babam, annem, ablam ve kardeşime baktım. Büyük bir
gurur ve sevinç yaşıyorlardı. Evet onların istediği buydu.
Sevgi karın doyurmuyordu. Ben ailemize yakışacak biriyle
evlenmeliydim.
Ailemi
çok seviyordum. Onlar, hiç üzülmesinler istiyordum. Ailem mutlu
olmadan, ben tek başıma mutlu olamazdım. Onu çok seviyordum ama
ailemin mutluluğu çok önemliydi. Ailem onu istemiyor, onunla mutlu
olamayacağımı söylüyorlardı.
Ona,
ayrılmak istediğimi telefonda söylemiştim. Çok ısrar etmişti,
“Son kez bir araya gelelim ve sorun olan her neyse, yüz yüze konuşalım” diye. Kestirip atmıştım, kesinlikle bir daha görüşmek istemediğimi söyleyip, kapatmıştım telefonu yüzüne. Bunu yapmak canımı çok yakmış, çok acılar çekmiştim. Günlerce ağlamıştım, yalnız kaldığımda. O da, bir kaç kez aradı, yakın arkadaşlarımızla haberler gönderdi.
“Son kez bir araya gelelim ve sorun olan her neyse, yüz yüze konuşalım” diye. Kestirip atmıştım, kesinlikle bir daha görüşmek istemediğimi söyleyip, kapatmıştım telefonu yüzüne. Bunu yapmak canımı çok yakmış, çok acılar çekmiştim. Günlerce ağlamıştım, yalnız kaldığımda. O da, bir kaç kez aradı, yakın arkadaşlarımızla haberler gönderdi.
Ailemin
istediği olmuştu. Ondan ayrılmıştım. Evde herkesin yüzü
gülüyordu artık. Ablam daha yakın ve ilgili davranıyordu bana.
Her seferinde, doğru olanın bu olduğunu ve zamanla onu unutup
aileme hak vereceğimi söylüyordu.
Çok
geçmeden, bana uygun bir damat adayını da bulmuşlardı. Yüksek
tahsilli, işi gücü düzgün, yakışıklı, terbiyeli, iyi aile
ilişkileri olan bu adayı ben de beğenmiştim. Bizim aileye ancak
böyle biri yakışırdı...
Ben
de severdim nasılsa. Hayatı paylaştıkça ve birlikte yaşadıkça
sever, sayardım kocamı. Kısa bir nişan dönemi yaşamıştık.
Bana karşı çok sıcak ve samimi davranıyordu. Benim nazlarımı,
kaprislerimi, bütün aksiliklerimi büyük bir olgunlukla karşılıyor
ve beni mutlu etmek için ne gerekirse yapacağını söylüyordu.
Gerçekten
içten, samimi, sıcak ve dürüst biriydi. Ailem de çok istiyordu.
Ben de alışmıştım artık ona, onun varlığına. Daha fazla
uzatmanın gereği yoktu.
“Nikah
günümüzü alalım artık” dediğimde çok mutlu olmuştu.
Utanarak
öpmüştü yanağımı. Sarılmıştı boynuma.
“Seni
çok seviyorum” demişti defalarca kulağıma.
Nikah
memuru;
“Gelin hanım galiba duyamadı beni” diyerek tekrar sordu sorusunu.
“Gelin hanım galiba duyamadı beni” diyerek tekrar sordu sorusunu.
Döndüm,
yanıma, ona baktım. Sevgi dolu gözleriyle bakıyordu bana.
O da çok heyecanlıydı. Salon sessizleşmiş, bütün gözler bende toplanmıştı.
O da çok heyecanlıydı. Salon sessizleşmiş, bütün gözler bende toplanmıştı.
“Evet”
dedim yüksek sesle,
“Evet,
çok istiyorum”
Büyük
alkış koptu salondan. Sonra neler oldu bilmiyorum, nikah masasında.
Ayağıma biri bastı galiba. İmzalar attık, resimlerimizin olduğu
deftere. Bir duvar kenarında, sevdiklerimizle öpüştük, sarıldık
bolca. Takılar, fotoğraflar, kamera çekimleri, nikah şekerleri,
koşuşturmalar ve mutlu son.
Eşim,
çok iyi davranıyordu bana. Çok sevmiştik birbirimizi. Ailelerimiz
de çok iyi anlaşıyorlardı. Evliliğimizin ikinci yılında,
kızımız katıldı aramıza. Evimize şenlik gelmişti. Çok güzel,
çok şirin bir kızımız vardı artık. Babası onu benden daha çok
seviyordu sanki.
İkinci
bebeğimize hamile kaldığımda, güzel kızımızın okula başlama
yaşı gelmişti. Okulun ilk günü, babasıyla birlikte gittik
okula. O bizi bırakıp okul bahçesine, işine dönmüştü. Çok
büyük bir mutluluk yaşıyordum. Okul önlüğü de çok yakışmıştı
biricik kızıma. Bizim gibi heyecanlı anne ve çocuklarıyla
sohbetler ettik bahçede. Bütün annelerde büyük heyecan vardı.
Çocuklar, her zaman ve her yerdeki gibiydiler yine. Koşan, oynayan,
gülen, annesinin eteğinden çekerek ağlayan.
Çocuktular
işte.
Okul
giriş kapısı üzerindeki megafondan, hışırtışar geldi önce.
Sonra, merdivenlerde okul müdürü göründü, elinde mikrofonla.
Arkasında da öğretmenler sıralanmıştı. Kadın, erkek on kişiye
yakın öğretmen geldi merdivenlerin başına.
Şu,
soldan ikinci sırada duran öğretmen, ne kadar da benziyordu ona.
Uzaktaydım, çok iyi seçemiyordum yüzlerini. Çok heyecanlandım
yine. Oysa, kalbim artık fazla heyecanları kaldıramıyor, çarpıntı
yapıyordu.
Çocuklar
hep bir ağızdan, öğrenci yeminini okudular ve sınıflara girdik.
Yeni başlayan öğrenci annelerinin, bir iki saat çocuklarla
birlikte kalmasını istemişti müdür bey. Küçük okul sırasına
zorlukla sığmıştım kızımla birlikte.
Kapı
açıldı, öğretmen bey girdi içeri. Hepimiz ayağa kalktık,
selamlamak için. Benim kalkmam biraz zor olmuştu hamileliğim
nedeniyle. Öğretmen bey, eliyle işaret ederek
“Rahatsız
olmayın lütfen” dedi.
Onun
eli, benim gözlerim donup kalmıştı. Herkesin şaşkın bakışları
arasında, selamlaştık kibarca. Kalbimin çarpıntısı artmıştı.
Yüzüm kızardı, soluk almam zorlaştı. Yanımda oturan kadın,
“Siz
rahatsız oldunuz galiba, biraz dışarı çıkın isterseniz”
dedi.
Arkamdan
o da gelmişti dışarı. Okul bahçesindeki ağaç gölgesinde bir
banka oturduk.
“Hayırlı
olsun” dedi,
“Çok
güzel kızın varmış. İlk gün heyecanıdır, birazdan geçer “
diye devam etti.
Yüzüne
bakmaya cesaret edemiyordum.
Başım
önümde, “Evet, ilk gün heyecanı olmalı” dedim.
Oysa,
bu heyecan başkaydı, biliyordum.
“Ben
sınıfa dönmeliyim, sen istersen kızını da alıp gidebilirsin
bugün. İlk günler hep böyle telaşlı olur, sonra her şey düzene
girer meraklanma” dedi ve gitti.
Ben,
oturduğum banka çakılıp kalmıştım. Birazdan kızım yanıma
geldi.
“Anne
ne oldu sana, niye üzüldün, benim okula başlamama sevinmedin mi?”
diyerek boynuma sarıldı. Kızıma sarıldım sıkıca, kucakladım
öprüm onu. Gözlerimdeki yaşları saklamaya çalışıyordum
ama cin gibiydi kızım.
“Niye
ağlıyorsun anne, öğretmenim kızdı mı sana yoksa?” dedi.
“Yok
kızım” dedim,
“Senin
okul heyecanın çok mutlu etti beni o yüzden sevinçten ağlıyorum.”
Akşam,
evde olup bitenleri anlattı babasına.
“Annem
çok heyecanlandı, ağladı, öğretmenim de onu bahçeye
çıkardı”dedi.
Eşim,
sarıldı bana.
“Çok mu duygulandın. Kusura bakma, benim işlerim vardı, seni de yalnız bıraktım bu halinle. Yarın, istersen sen evde kal, dinlen, ben götüreyim kızımı okula” dedi.
Telaşla “Hayır” dedim “Sen gitme sakın, ben giderim kızımla.”
“Çok mu duygulandın. Kusura bakma, benim işlerim vardı, seni de yalnız bıraktım bu halinle. Yarın, istersen sen evde kal, dinlen, ben götüreyim kızımı okula” dedi.
Telaşla “Hayır” dedim “Sen gitme sakın, ben giderim kızımla.”
Eşim,
sevgiyle güldü bu telaşlı halime.
“Tamam,
tamam” dedi,
“Korkma , kızından ayırmam seni. Yalnız biliyorsun, senin kendine dikkat etmen gerekiyor. Üzüntü ve heyecandan uzak durmalısın.”
“Korkma , kızından ayırmam seni. Yalnız biliyorsun, senin kendine dikkat etmen gerekiyor. Üzüntü ve heyecandan uzak durmalısın.”
Onu
unuttuğumu sanmıştım. Yıllar sonra, tekrar gördüğümde, bu
kadar çok sevineceğimi, bu kadar çok heyecanlanacağımı hiç
düşünmemiştim. Kalbimi sakinleştiren ilaçlarımı içerek
çıktım evden. Okula yaklaştıkça, heyecanım artıyordu yine.
Ama kontrol etmeliydim kendimi.
O,
benden daha rahat görünüyordu. Sanki hiç bir şey yaşanmamış
gibi davranmaya, özen gösteriyordu. Oysa ben, onun ilgisine muhtaç
olduğumu hissediyordum.
Sonraki
günlerde kızmaya başladım kendime. Mutlu bir yuvam, beni seven
eşim, çok güzel bir kızım ve karnımda taşıdığım onun
kardeşi vardı hayatımda. Onu bir daha görmemeliydim.
Doğum
yapmama az kalmıştı. Artık gitmiyordum okula, babası bırakıyordu
kızımızı her sabah. Kısa süre sonra, kara kuru bir kızımız
daha olmuştu. Yeni bebeğimle evde oyalanıp duruyordum. Ona
mamasını hazırladığım sırada, telefon çaldı. Her duyduğumda
huzur bulduğum, o ses konuşuyordu telefonda.
“Hayırlı
olsun, sağlıkla büyüsün inşallah, bir kızın daha olmuş”
dedi.
Onun
sesini duymak çok mutlu etmişti beni.
“Teşekkür
ederim” diyebildim zorlukla.
Sonra
okuldan, derslerden, kendi eşinden, çocuklarından, hayattan,
yaşananlardan bir sürü şey söyledi ama,
“Niye
gelmiyorsun? Seni çok özledim, görmek istiyorum” demedi.
Beni
sevdiğini ve görmek istediğini söylemesini çok istiyordum.
O
söylemiyordu. Öyleyse ben söylemeliydim. Onu çok sevdiğimi,
özlediğimi ve mutlaka görüşmek istediğimi söyledim telefonda.
Soğuk bir ifadeyle
“Ne görüşeceğiz ki artık” dedi.
“Ne görüşeceğiz ki artık” dedi.
“Bana
zaman ayır lütfen, bir araya gelelim ve yüz yüze konuşalım”
dedim.
“Beni
hiç dinlemeden, neden terkettiğini mi anlatacaksın?” dedi.
“Ne
olur görüşelim, kırma beni” diye ısrar ettim.
Tenha
bir yerde buluşmayı kararlaştırmıştık. İkimiz de evliydik ve
ortalık yerde görüşmemiz yakışık almazdı. O gün, çok güzel
olmalıydım. Saatler yaklaşınca telefonla aradı beni.
“Çok
fazla vaktinin olmadığını, kararlaştırdığımız yere
gelmesinin zor olacağını, aslında konuşacak fazla bir şeyin de
kalmadığını” söyleyerek görüşmeyi ertelemeyi teklif etti.
Gururum
incinmişti. Çok kabaca reddetmişti beni.
“Peki,
nasıl istersen” dedim. “Bir daha seni rahatsız etmem” diye de
ekledim.
Telefon
ahizesini kapattım. Olduğum yere yığıldım kaldım. İçim
kabarıyor, boğazım düğümleniyordu. Onun için ağlamayacaktım
artık. O beni umursamıyor, istemiyorsa ben de onu silip atacaktım
hayatımdan.
Üzerimdeki
en şık kıyafetlerimi çıkardım. Banyoya gittim, özenle
yaptırdığım saçlarımı açtım. Yüzümdeki makyajı sildim.
Sıcak suyun altında kaldım uzun süre. Yüzümden akan duş suyuna
karıştı gözyaşlarım.
Mutfağa
geçmiş eşim ve çocuklarım için akşam yemeği hazırlamaya
başlamıştım.
Parmağımla
dokunup açtığım radyoda, bizim şarkımız çalmaya başladı.
“Unutma,
seni benim kadar seven olmaz ki” diyordu şarkı. Başka bir radyo
kanalına geçtim telaşla.
“İstanbul,
istanbul olalı, hiç görmedi böyle keder, geberiyorum aşkından,
kalmadı bende gururdan eser” diyordu Sezen Aksu.
Ellerimi
yıkadım. Salona geçtim. Telefonu açtım, çok kararlı bir sesle,
“Nereye
istersen oraya gelirim. Sana en yakın yer neresiyse söyle, oraya
geliyorum. Seninle konuşmam lazım” dedim.
Çok
şaşırdı önce. “Ben” dedi,
“Büyük
bir alışveriş merkezindeyim. Alışveriş yapıyorum.”
“Hemen
oraya geliyorum, sakın ayrılma” dedim ve kapattım telefonu.
Hızla
çıktım evden, bir taksiye binip büyük alışveriş merkezinin
önünde indim.
Çok
kalabalıktı içerisi. Onu, şaşkın şaşkın beklerken buldum bir
kafede. Oturdum karşısına. “Seni çok seviyorum ve seninle
aşkımı yaşamak istiyorum” dedim.
Çok
kararlı konuşuyordum. Şaşkınlıkla dinledi beni.
Sonra,
“Bunun zor olacağını, mutlu bir evinin olduğunu, artık yeniden
başlamanın kimseye faydasının olmayacağını” söyledi.
Sonunda
da,
“Sen
böyle biri değildin, bu söylediklerin sana yakışmıyor, kendini
toparlamalısın, ben senin için bir şey yapamam artık” dedi.
Şarkıdaki
gibi, kalmamıştı bende gururdan eser, bu aşkın esiri olmuştum.
“Peki,
kalkalım o zaman” dedim.
Tereddüt
etti önce,
“Çok
kalabalık burası ayrı ayrı kalkalım istersen, bir gören
olabilir, iyi olmaz ikimiz için de” dedi.
“Hayır”
dedim, “Buradan, birlikte kalkıp, yan yana yürüyeceğiz.”
O,
yanımda ama uzağımda, çekinerek yürüyordu. Bense, sanki
birileri bizi birlikte görse de her şey ortaya çıksa, kaçacak
halimiz kalmasa diye çaba gösteriyordum. Kalabalık içinde,
tanıdık birilerini arıyordum gözlerimle.
Bunca
kalabalık içindeydik. Zorlukla yürüyorduk koridorlarda. Ne bizim
birlikte yürümemizi, ne içimde kopan fırtınaları, ne kalbimin
çarpıntılarını görmedi, göremedi hiç kimse.
O
bile...
Hüseyin
Kekiç - 04.03.2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder